Google'da "Armenian Genocide" (ermeni soykırımı) yazdığımızda ilk 100 sayfa tamamıyla uydurma ermeni iddialarını anlatan siteleridir. Ve de bunların tümü ermeni siteleridir!!!! Bu sıralama sitelerin hit oranı (her gün Girilme oranı) ile yapılır. Bizim tezimizi anlatan aşağılardaki siteleri yukarı taşımanın tek yolu bu sitelere Girmektir. Lütfen bizim tezimizi anlatan sitelere her gün en az bir kere tıklayın. Bunun en kolay yolu bu siteleri açılış sayfamız yapmaktır. Örneğin aşağıdaki siteyi açılış sayfanız yapın. Ülkenize destek vermek bu kadar kolay!!!! Hadi hemen simdi!!! Başlat'tan denetim masasına girin, internet seçeneklerini tıklayın. Giriş sayfası yazan yerin altındaki adres yerine, aşağıdaki adresi yazın ya da yapıştırın. http://www.ermenisorunu.gen.tr/english/index.html ve lütfen bu siteyi başkalarına da gönderin. Ülkemiz için bu kadarıni yapabiliriz!!!! sanıyorum.. Ve bu sitenin 5 bin açılış sayfasıyla Google'da ermeni sorununu aramanın ilk maddesi haline getirilebilmesi işten bile değildir... Professor Tevfik Dalgıç University of Texas-Dallas School of Management Richardson, 75083, Texas, USA 972-883 2770 214-212 4343 972-883 6521
Teşekkürler...gereken yapılmıştır...
bunların en üstte olması bizim için kötü değil mi?
Birinci Ve De En Önemli Ders. Okuldaki İkinci Ayımda, Hocamız Test Sorularını Dağıttı. Ben Okulun En İyi Öğrencilerinden Biriydim. Son Soruya Kadar Soluk Almadan Geldim Ve Orada Çakıldım kaldım. Son Soru Şöyleydi: "Her gün Okulu Temizleyen Hademe Kadının İlk Adı Nedir?.." Bu Herhalde Bir Çeşit Şaka Olmalıydı. Kadını Yerleri Silerken Hemen Her gün Görüyordum. Uzun Boylu, Siyah Saçlı Bir Kadındı. 50'lerinde Falan Olmalıydı. Ama Adını Nerden Bilecektim Ki!.. Son Soruyu Yanıtsız Bırakıp Kağıdı Teslim Ettim. Süre Biterken Bir Öğrenci, Son Sorunun Test Sonuçlarına Dahil Olup Olmadığını Sordu. "Tabii Dahil" Dedi, Hocamız.. "İş Yaşamınız Boyunca İnsanlarla Karşılaşacaksınız. Hepsi Birbirinden Farklı İnsanlar. Ama Hepsi Sizin İlginiz Ve Dikkatinizi Hakeden İnsanlar Bunlar. o nlara Sadece Gülümsemeniz Ve 'Merhaba' Demeniz Gerekse Bile.." Bu Dersi Hayatım Boyunca Unutmadım. Hademenin Adını Da.. Dorothy İdi. İkinci Önemli Ders Yağmurda Otostop!.. Bir Gece Vakit Geceyarısına Doğru Alabama Otoyolunun Kenarında Duran Bir Zenci Kadın Gördüm. Bardaktan Boşanırca Yağan Yağmura Rağmen, Bozulan Arabasının Dışında Duruyor Ve Dikkati Çekmeye Çalışıyordu. Geçen Her Arabaya El Sallıyordu. Yanında Durdum. 60'lı Yıllarda Bir Beyazın Bir Zenciye Hem De Alabama'da Yardıma Kalkışması Pek Olağan Şeylerden Değildi. o nu Kente Kadar Götürdüm. Bir Taksi Durağına Bıraktım. Ayrılırken İlle De Adresimi İstedi Verdim. Bir Hafta Sonra Kapım çalındı. Muazzam Bir Konsol Televizyon İndiriyordu Adamlar. Bir De Not Ekliydi, Armağanda.. "Geçen Gece Otoyolda Bana Yardımınıza Teşekkür Ederim.
O Korkunç Yağmur Sadece Elbiselerimi Değil, Ruhumu Da Sırılsıklam Etmişti. Kendime Güvenimi Yitirmek Üzereydim, Siz Çıka Geldiniz. Sizin Sayenizde Ölmekte Olan Kocamın Yatağının Baş Ucuna Zamanında Ulaşmayı Başardım. Biraz Sonra Son Nefesini Verdi. Tanrı Bana Yardım Eden Sizi Ve Başkalarına Karşılık Beklemeksizin Yardım Eden Herkesi Kutsasın!.. En İyi Dileklerimle, Bayan Nat King Cole." Ücüncü Önemli Ders Size Hizmet Edenleri Hep Hatırlayın.. Bir Pastanın Üç Otuz Paraya Satıldığı Günlerde 10 Yaşında Bir Çocuk Pastaneye Girdi. Garson Kız Hemen Koştu.. Çocuk Sordu: "Çukulatalı Pasta Kaç Para?.." "50 Cent!.." Çocuk Cebinden Çıkardığı Bozukları Saydı. Bir Daha Sordu: "Peki Dondurma Ne Kadar.." "35 Cent" Dedi Garson Kız Sabırsızlıkla.. Dükkanda Yığınla Müşteri Vardı Ve Kız Hepsine Tek Başına Koşuşturuyordu. Bu Çocukla Daha Ne Kadar Vakit Geçirebilirdi Ki..Çocuk Parasını Bir Daha Saydı Ve "Bir Dondurma Alabilir Miyim Lütfen" Dedi. Kız Dondurmayı Getirdi. Fişi Tabağın Kenarına Koydu Ve Öteki Masaya Koştu. Çocuk Dondurmasını Bitirdi. Fişi Kasaya Ödedi. Garson Kız Masayı temizlemek Üzere Geldiğinde, Gözleri Doldu Birden. Masayı Sanki Akan Yaşları Temizleyecekti. Boş Dondurma Tabağının Yanında Çocuğun Bıraktığı 15 Centlik Bahşiş Duruyordu.. Dördüncü Önemli Ders Yolumuzdaki Engeller.. Eski Zamanlarda Bir Kral, Saraya Gelen Yolun Üzerine Kocaman Bir Kaya Koydurmuş, Kendisi De Pencereye Oturmuştu. Bakalım Neler Olacaktı?. Ülkenin En Zengin Tüccarları, En Güçlü Kervancıları, Saray Görevlileri Birer Birer Geldiler, Sabahtan Öğlene Kadar. Hepsi Kayanın Etrafından Dolasıp Saraya Girdiler. Pek Çogu Kralı Yüksek Sesle Eleştirdi. Halkından Bu Kadar Vergi Alıyor, Ama Yolları Temiz Tutamıyordu. Sonunda Bir Köylü Çıkageldi. Saraya Meyve Ve Sebze Getiriyordu. Sırtındaki Küfeyi Yere İndirdi, İki Eli İle Kayaya Sarıldı Ve Ikına Sıkına İtmeye Başladı. Sonunda Kan Ter İçinde Kaldı Ama, Kayayı Da Yolun Kenarına Çekti. Tam Küfesini Yeniden Sırtına Almak Üzereydi Ki, Kayanın Eski Yerinde Bir Kesenin Durduğunu Gördü. Açtı.. Kese Altın Doluydu. Bir De Kralın Notu Vardı İçinde.. "Bu Altınlar Kayayı Yoldan Çeken Kişiye Aittir" Diyordu Kral. Köylü, Bugün Dahi Pek Çoğumuzun Farkında Olmadığı Bir Ders Almıştı. "Her Engel, Yaşam Koşullarınızı Daha İyileştirecek Bir Fırsattır.." Beşinci Önemli Ders Önemli Olan Vermektir.. Yıllar Önce Hastanede Çalışırken, Ağır Hasta Bir Kız Getirdiler. Tek Yaşam Şansı Beş Yaşındaki Kardeşinden Acil Kan Nakli İdi. Küçük Oğlan Aynı Hastalıktan Mucizevi Şekilde Kurtulmuş Ve Kanında O Hastalığın Mikroplarını Yok Eden Bağışıklık Oluşmuştu. Doktor Durumu Beş Yaşındaki Oğlana Anlattı Ve Ablasına Kan Verip vermeyeceğini Sordu. Küçük Çocuk Bir An Duraksadı. Sonra Derin Bir Nefes Aldı Ve "Eğer Kurtulacaksa, Veririm Kanımı" Dedi. Kan Nakli Yapılırken, Ablasının Gözlerinin İcine Bakıyor Ve Gülümsüyordu. Kızın Yanaklarına Yeniden Renk Gelmeye Başlamıştı, Ama Küçük Çocuğun Yüzü De Giderek Soluyordu.. Gülümsemesi De Yok Oldu. Titreyen Bir Sesle Doktora Sordu: "Hemen Mi Öleceğim?.." Ufaklık, Doktoru Yanlış Anlamıştı, Ablasına Vücudundaki Bütün Kanı Verip, Öleceğini düşünüyordu.
http://www.youtube.com/watch?v=TKd7r...ed&search=osym
http://www.dumpzone.com/swf/billy.swf
Ben vuramadım.((((( Lütfen birde siz denermisiniz.))))))
Bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında. Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini, nasıl olup da bir ´yabancı´yı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. Biri karga, biri leylek...
... O kadar farklıdır ki kuşlar ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine. Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle. Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar.
O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar beklenenlerin yanında tutunamayanlar.O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan. Topal kuşlar birbirlerinin ´arıza´larını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine.
En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. Aynı şekilde zengin, aynı şekilde mesut olanların ortak paydaları sabun köpüğü gibidir uçar, söner. Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran,yaklaştıran...
Roger ağır şartlar altında çalışan bir işçidir. Boş zamanlarını hep bowling ve voleybol oynayarak geçirmektedir.Karısı bu duruma üzülür ve bir hafta sonu o nu striptiz klübüne götürmeye karar verir. O akşam beraberce klübün kapısına gelirler. Kapıdaki bodyguard, " Hey Roger ..seni görmek ne güzel!" der.. Karısı: "Daha önce buraya gelmişmiydin Roger..?" Roger: Hayır..hayır o adamı bowlingten tanıyorum... içeri girerler ve bir masaya otururlar... Garson gelir..Garson: iyi akşamlar Roger... Her zamanki gibi Cin tonik di mi?.. Karısı: Roger bana bak sen buraya daha önce geldin değil mi? Hafif hafif öfkelenmeye başlayan karısını sakinleştirmek zordur.. Roger: Ne alakası var..Voleyboldan tanırım o nu bir iki tek içmişliğimiz var ordan yani...
Karısı pek tatmin olmamıştır ama neyse..Derken striptizci hatunlardan biri masaya gelir.. Stritipzci: Selam Roger...Yine özel masa şovundan mı istersin..? Karısı hışımla yerinden kalkar ve klübu terk eder..Roger peşinden koşar.. Kadın bir taksiye biner ve taksi kalkmadan Roger da biner...Kadın öfkeden patlayacakmış gibidir...ve korkunçsinirlidir.. Şöför: Bu geceki çok suratsızmış be Roger.. :))))
ORTADOĞUNUN BİNLERCE YILLIK TARİHİNİ 90 SANİYEDE GÖRÜN. http://www.mapsofwar.com/ind/imperial-history.html __
osmanlı çok büyükmüş
Koskoca bir bahçede harikulada çiçekler içinde bir papatya.. Ve papatya aşık olmuş, yanmış tutuşmuş ak sakallı bahçıvana.. Bir ümit bekliyormuş. Yüzlerce çiçeğin arasından o nunla, sadece o nunla saatlerce ilgilensin.. Buz gibi suyunu sadece o na döksün istiyormuş.. Sadece o na değsin makası, Sadece o na gülsün dudakları.. Kıskanıyormuş bahçıvanı, kırmızı güllerden, sarı lalelerden, mor menekşelerden.. zambaklardan... Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, Bembeyaz yapraklarını...
Bir gün, aşkı öyle büyümüşki.. Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş.. Eğilivermiş boynu.. Toprağa bakıyormuş artık.. Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş.. Ayaklarını görüyormuş.. Bunada şükür diyormuş.. Yetiyormuş o na, bahçıvanın varlığını hissetmek.. Zaman akıp gidiyormuş.. Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş.. Ne var sanki boynumu kaldırsa.... Bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş...
Ve işte bir gün...Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış.. İncecik bedenini ellerinin arasına almış.. Elindeki sopayı, köklerinin yanına, toprağa sokmuş bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya.. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı.. Hala göremiyormuş o nu, ama bedeni kurtulmuş.. Uzun bir müddet sonra, bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye.. Gelen giden yokmuş.. Kahrından ölecekmiş papatya..
Ama işte bir sabah... Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış.. Derin bir oh çekmiş.. Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş.. Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüş.. Bu o nun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş.. Başka birisiymiş.. Adamın elinde bir de makas varmış.. Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru....
Ne güzel açmışsın sen öyle demiş.. Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış.. Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış.. Ama gövden seni taşımıyor demiş. Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış.. Ve bir hamlede bağını gövdesinden ayırmış.. Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini.. O ak saçlı, ak sakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış.. Birde o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş.. Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini.. O her şeye rağmen, papatyaya emek vermiş.. o na hiç bir zaman güzel olduğunu söylememiş, ama o nu aslında hep sevmiş....Papatya anlamış artık...Sevgi, emek istermiş...Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini... Teşekkür etmiş o na içinden.. Son yaprağıda kuruduğunda, biliyormuş artık....Gerçek sevginin, söylemeden, yaşamadan ve asla kavuşmadan varolabileceğini...
ne kısır bir döngüdür.. yaşayamazsın ama gerçek sevgidir; eline düşüverir, bu kez de ne adı ne rengi sevgidir...
Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı:"Anne biliyormusun bugün yuvada ne oldu?""Görmüyor musun? Telefonla konuşuyorum."Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu.Hersey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu olduğunda.Bir de eve misafir gelecek oldumu kendisine hiç yer kalmıyordu.Nerelere gitsindi?Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere kaşık sesleri geliyordu.Koşarak yanına gitti."Sana yardIm edeyim mi?" dedi en sevimli halini takınarak. Annesi manalı manalı baktı."Hayırdır. Bir yaramazlık filan. Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten."Yorgunluk nasıl bir şeydi. Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır "Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni"diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi. Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, ne diye annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu."Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor.""Uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum."Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun olduğumdan. Böyle yorgun yorgunken..."Anneciğim sen yorulma diye...""Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi.Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz.""Hani siz yoruluyorsunuz ya...""Eeee....""Ben de oynamaktan yoruluyorum.""Ne yapayım?""Bilmem..."Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı. Işıklar söndü birden.Annesi öfkeyle söylenmeye başladı."Mum da yok" diye diye karıştırdı dolapları el yordamı.Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü.Gaz lambasının ışığında deli tavsan masalını anlatışını. Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne.Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavsan kafası yaptı. "bak deli tavsan" diyerek parmaklarını oynattı.Yoldan gecen arabaların farları duvardaki tavsana yol açtı. Tavsan alabildiğine hür dolaştı sağda solda.Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü o minik avuçların açılmasıyla kayboldu.Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı.Neden sonra ışıklar geldi. Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti birden.Kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı.Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini. Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.Çocuk sanki bu öpücüğü bekliyormuşçasına "İşin bitince beni sever misin anne?" dedi.Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı.
Çin düşünürü Lao Tzu nun çok sevilen bir öyküsü. Bir köyde ihtiyar bir adam varmış.. Çok fakirmiş ama dillere destan bir beyaz atı yüzünden kral bile o nu kıskanırmış.. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış..
-Bu at, bir at değil benim için.. Bir dost.. İnsan dostunu satar mı dermiş hep..Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.. Köylü ihtiyarın başına toplanmış-Seni ihtiyar bunak.. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın demişler..İhtiyar,-Karar vermek için acele etmeyin. Sadece At kayıp deyin. Çünkü gerçek bu.. o ndan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez..Köylüler ihtiyar adama kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş.. Dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler..-Sen haklı çıktın.. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için.. Şimdi bir at sürün var..-Karar vermek için gene acele ediyorsunuz. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. o ndan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?..Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden -Bu herif sahiden bunamış.. diye geçirmişler..Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara..-Bir kez daha haklı çıktın. Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın demişler..İhtiyar-Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz. O kadar acele etmeyin.Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu.. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru.. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez..Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler..-Gene haklı olduğun kanıtlandı. Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.. -Siz erken karar vermeye devam edin. Oysa ne olacağını kimseler bilemez.Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor. Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlarmış:Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz
Ben kibrit çöplerini insanların yaşantılarına benzetirim.Kibrit kutusu insanın yaşadığı toplumu ifade eder bir bakıma.Bazı kibrit çöpleri vardır bir amaç için yanarlar,kimi bir sigara yakar, kimi bir ocak,
kimi boş yere yanıp tükenir hiçbir işe yaramadan.
Kimi ise bir ormanı, bir evi, büyük bir alanı yakar kül eder, kendisiyle birlikte.Kibrit kutusunu açıp baktığınızda hepsi aynı gibi gözükse de
birbirinden farklı kibrit çöpleri vardır.Bazıları yanamayacak kadar incedir.
Yakarken kırılır zannedersiniz ama bilircisiniz en iyi o nlar yanar.
Bazıları da epeyce kalın, zannedersiniz ki yanınca yeri göğü yakacak
ama yakınca bir bakarsınız
fıs diye bir ses çıkarır kendisini bile yakamaz,
sadece ucundaki kimyasal madde alev bile almadan kararır gider.
Kimileri eğri büğrüdür ama yine de
bir kibrit çöpünden beklenen fonksiyonları eksiksiz yerine getirirler.
Her zaman en üstteki kibrit çöpleri ilk önce yanar.
Bir büyüğümüzün çok sevdiğim bir lafı vardır.
Bir ağaçtan binlerce kibrit çöpü çıkar,bir kibrit çöpü bir ormanı yakar.
Yanıp bitme hayatin bitmesi gibidir,ucundan başlar
yavaş yavaş dibine doğru sonunda kapkara bir şey kalır.
İşte insan yaşamı da bu kibrit çöplerine benzer,
kimi insanlar vardır kötü işler yaparlar,
orman yakma misali, kimi insanlar vardır
kendinden beklenileni asla yerine getiremezler,
kalın kibrit çöpü gibi kendi kendilerini yok eder giderler,
kimi insanlar vardır bir lambanın fitilini yakarlar
kendileri yok olup gitse de ışığı kalır.
Bazı kibrit çöpleri de aykırı insanları ifade eder
tüm kibrit çöpleri Ayni yöne bakarken o nlar tam tersine bakar kutuda.Kutu açıldığında ilk önce o nlar göze çarpar ve
herkesden önce yanarlar.Aykırılık başa beladır.
Bazı kibrit çöpleri birbirine yapışmıştır.
Dikkat ederseniz o nlar da kafadar insanlar gibidirler.
Kanka misali biri yanınca diğeri de yanar.
Ama en tehlikelisi kendiyle birlikte kutuyu da yakan kibrit çöpleridir.
İçinde bulundukları toplumu çökertirler.
Bazı kibrit çöplerinin ucunda kimyasal maddesi yoktur.
Ne yaparsa yapsınlar yanamazlar.Toplumun içerisinde ot gibi yaşar giderler.
Toplum nereye, o nlar oraya.
Acaba!...Siz hangi tür “kibrit çöpüsünüz hiç merak ettiniz mi?
Soru:
Haçlı Seferleri’nin çıkış nedeni nedir?Cevap:
Hocam affedersiniz, poponun kışkırtmış olmasıdır.
(Ensar-6.Sınıf)
Dünyanın yuvarlak olduğunu kim kanıtlamıştır?Cevap:
Allah kanıtlamıştır.
(Sadık-6. Sınıf)
Ailede demokrasi nasıl olmalıdır?Cevap:
Ailede demokrasi, sen istediğin zaman anneni dövemezsin. Ya da evde istediğin için evi kırıp dökemezsin. Baba olunca olabilir.
(Emel-6.Sınıf)
Kimler oy kullanamaz?Cevap:
Hamile olma ihtimali yüksek olanlar.
(Selçuk-7.Sınıf)
Avrupa da reform hareketini kim başlattı?Cevap:
Riki Martin Luther.
(Şenol 7. Sınıf)
Ege Bölgesi neden girintili çıkıntılıdır?Cevap:
Türkiye nin en kıvrak bölgesi olduğu için.
(Halit-7. Sınıf)
Devletin kuruluş amacı nedir?Cevap:
Devlet bazı insanların hususi büyük işlerini yapmak için kurulmuştur.
(Kübra-7. Sınıf)
Dört büyük kitabın adını yazınız.Cevap:
1- Ansiklopedi,
2- Sözlük,
3- Kolej Sınav Kitabı,
4- Kalın Roman Kitaplar
(Serpil-İlkokul 5)
İnsanları hayvanlardan ayıran temel özellikler nelerdir?Cevap:
İnsanların hayvanlardan çok derdi olması.(Buse- 7. Sınıf)
Zatürree hastalığı nasıl bulaşır?Cevap:
Duygusal yönden bulaşır.
(Reyhan-Lise 1)
Trafik polisinin görevleri nelerdir?Cevap:
1- Rüşvet almak,
2- Ceza kesmek,
3-Travestileri kovalamak
(Adem-6. Sınıf)
Asgari ücret nedir?Cevap:
Askerlik şubesinde verilen ücrettir.
(Hasan- 8.Sınıf)
Enfeksiyon nedir?Cevap:
Hükümetin düşüremediği fakat ters düşürdüğü bir hayat şeklidir.
(Hüseyin-Lise 1)
HERKESİN BiR HiKAYESİ VARDIR, GELECEK GÜZEL GÜNLER
UZAK DEĞiLDİR:
Basketbolcu Hidayet Türkoğlu eşiyle birlikte,
Eminönü'nde geziyordu.
Önce akvaryumcuları dolaştılar, Kapalıçarşı,
Nuriosmaniye, Yerebatan Sarnıcı,
Ayasofya, Sultanahmet, Topkapi Sarayi, Gülhane Parkı derken, Yeni
Caminin önüne kadar geldiler. Orada bağıra bağıra
simit satan bir çocuk vardı. Basketbolcu birden durakladı..
Sonra simitçiye yaklaştı:
- Simit'in kaça koç
- 300 bin abi.Çıtır çıtır....
- Tezgahta kaç simit var ?
- 70-80 tane var herhalde...
- Hepsini alsam ne tutar ?
- Seksen desek 24 milyon.
- Al sana 30 milyon... Farzet ki hepsini aldım...
-Sağol abi... sağol...
Basketbolcu üç o nluk çıkartıp simitçinin önüne
bıraktı. Eşi şaşkındı.
Üç beş adım yürümüşlerdi ki, eşine yaklaşıp fısıldadı.
- Hidayet sen delimisin ?
- Yooo
- Peki yemediğimiz simitlerin parasını niye verdin?
- Boşver sorma.
- Diyelim ki soruyorum. Hem de ısrarla soruyorum.
- Öyleyse söyleyeyim.
- Lütfedersiniz beyefendi.
- Tablanın kenarı dikkatini çekti mi?
- Hayır.
- Baksan görecektin. Tahtaya bir isim kazınmıştı.
- Nasıl bir isim?
- Hidayet!
- Yoksa?
- Evet, o tezgah eskiden benimdi.
Bu hikayeyi Hidayet tv8 de katıldığı bir
programda kendisi anlatmıştır..
Geniş yürekli Dostlar
Su, kendine sırdaş arıyordu. Önce buluta verdi sırrını. Ağır geldi sır
buluta.Sağanak sağanak döktü suyun tüm sırlarını.
Sonra göle gitti su.Ona anlattı derdini. Bu arada bulut suyun sırrını yağmur
yapıp, dolu yapıp, kar yapıp savurduğu için ,zaman zaman taşıyordu göl ve suyun sırrı iyice açığa çıkıyordu.
Sonra nehre verdi su sırrını.Nehir aldı suyun sırrını çekti gitti.Dereye
verdi.Dere biraz daha yavaş olsada nehirden , oda götürdü suyun sırrını bir
başka bilinmeze..Çağlayanlar, şelaleler,akarsular..Hepsi kayboluyordu bir
anda.Sonra bir gün su takip etti dereyi.Dereye okyanusa kavuşunca farketti su,
bütün sırlarının akarsularla, çağlayanlarla,ırmaklarla...okyanusa taşındığını.
Karar verdi su. Sırrını okyanusa verecekti. Öyle de yaptı zaten. Tüm sırlarını okyanusa verdi.
Artık suyun sırrını okyanustan başkası bilmiyordu.
Ne taştı okyanus, ne bir başkasına taşıdı suyun sırrını, ne de kurudu....Geçen karşılaştık suyla. Bir bardaktaydı. Suskundu. Çok uğraştım konuşturamadım.
Ben tam giderken '' Dur !'' dedi su.
Durdum!
'' Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!
Taşıyamazlar , kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar....''
dedi.
Hep çevrenizde OKYANUS yürekli dostlarınızın olması dileğimle . ....